Karşılaşırdık her kavşakta, her köşe başında senle… İnadına
teğet geçerdik birbirimizi, utanır mıydık bakmaya, korkar mıydık âşık olmaya
bilmiyorum… Dinginleşince kalp atışlarımız, yollarımızın istikametine inat
geriye dönüp önce ben, sonra sen, izlerdik ilerleyip gidişlerimizi… Nasıl
hınzırcaydı, nasıl mutluydu o bakışlarımız hem bize aitti özeldi…
Lise çıkışını iple çekerdim seni görme umuduyla, serseriydin
ya beklerdin hep okul çıkışlarında… Nasıl keskindi bakışların, gladyatörlerin
hırsla taze et kestikleri filmlerdeki gibi acımasızca sallardın kılıçlarını. Bense
bir o yana, bir bu yana savrulup kaçma telaşındaydım... Çekindim hep, yaklaşamadım yakınına. Benim sana gelmemi bırak, kaçtım
senin gelmelerinden de. Ama gelsen ne yapabilecektim? Konuşmayı becerebilecek
miydim sanki? O kadar becerikli mi sanıyordun sen beni? Nefes almayı
becerebilmeme şaşarken ben, ne diyebilecektim sana?
Ki diyememiştim de, kaçak gözlerim ne kadarını diyebildiyse
o kadardı konuştuğumuz işte… Yarım kaldı her şey… Ben korkaktım, sen
serseriydin, seni daha fazla barındıramazdım bende… O yüzden seni mahalle
camisinin önündeki hep oturduğun kaldırım taşı var ya ona atfettim. Yani memleket
sevdasına o kaldırım taşını da ekledim… Böyle hevesle başlayan, belki devam
etmesi gereken bir hikâyeyi daha başlamadan bitirivermiştim... Ne bileyim…